Nilüfer Devecigil

TERAPİST │ KONUŞMACI │ EĞİTİMCİ │ YAZAR │ DANIŞMAN

Karnesinde kırık not olan veya olmayan çocuğa ailesi nasıl davranmalı?

“Yine mi aynı tür bir yazı” dediğinizi duyar gibiyim. Karne dönemi gelince gazetelerde, veli toplantılarında, rehberlik birimlerinde sıkça konuşulan konu; eve karnesi ile gelen çocuğa nasıl davranılması gerektiği. Ve bu konu yazılır, çizilir, derinlemesine incelenir. Ben de bir psikolog olarak sorarım kendime;  acaba ne kadar işe yarar diye. Çünkü genelde 3 aşağı 5 yukarı uzmanların söylediği şudur: çocuğa sevgini performansına göre verme. Kısaca, kötü not getiren çocuğa kızma, iyi not getiren çocuğa da motive edecek sözler söyle. Tabii bunların detayları da vardır. Kötü not getiren çocuğa söylenecek 10 şey, iyi not getiren çocuğu motive edecek 10 şey…

Şu ana kadar sanırım anladınız. Bu yazı böyle bir amaç gütmüyor. Bu yazı, anne baba olarak size tüm bu okuduklarınızı, doğru yanlış diye etiketlediğiniz davranışları bir kenara koyup, gerçekte çocuğunuza nasıl davrandığınızı şöyle bir gözden geçirip, bunun nedenini anlamanıza yardımcı olmak niyeti taşıyor. Çünkü davranış modelimizi anlamadan yerine başka şey koyma şansımız yok. Kaç kere ertesi sabah kalkıp spora ya da diyete başlayacağım deyip başlayamadık. Yarın sigarayı bırakacağım deyip bırakamadık. Ya da trafikte sinirlenmeyeceğim deyip kendimizi küfrederken bulduk. Üstelik tüm bunların yarar zarar ahlaki boyutlarını gayet iyi bilmemize rağmen.

O yüzden bilgi olarak çocuğuma bağırıp çağırmanın onu sadece kendi hakkında daha da kötü hissettirmekten başka bir şeye yaramayacağı ve bilinçaltında “ben zaten başarısızım” inancını körükleyerek hiç bir zaman performansını arttırmayacağı gerçeğini belki de bir kere daha tekrarlamaya gerek yok bu yazıda.

Diğer yandan çocuklarımızı korkutur ya da “saçımı süpürge ettim sonuç bu mu” suçluluk sendromuna sokar isek kısa dönemde işe yarar gibi görünüp uzun dönemde psikolojik etkileri ve düşük performans sonuçları ile onlar için en acı verici iletişim şekli olmaktan öteye gidemediğini deneyimlerdik belki de. “Sen harikasın, müthişsin gibi aşırı tepkiler verdiğimiz ya da karneye şöyle bir bakıp  hiç tepkide bulunmadığımızda ise dışarıdan onaylanma ihtiyacı olan çocuklarla karşılaşırdık kim bilir.

Hadi bakalım bir düşünelim. Evet şu an bu yazıyı okurken bir an durup gözümüzü kapatıp düşünelim. Çocuğum eve gelecek bana karnesini verecek ve notların çok düşük olduğu bir karneye bakarken bulacağım kendimi. Yargılamadan, etiketlemeden kendimizi ilk gelen duygu ve düşüncelere bırakalım. Belki “ben bu kadar çalışıyorum bu mudur sonucu” gibi bir düşünce, ya da kızgınlık ya da umursamazlık ilk gelenler. Y a da “başka çocuklar sınıfında nasıl not aldı acaba” gibi sorular aklıma ilk düşenler. İçerde bir yerlerde neler hissettiğimi bilmeden ve bunların hepsinin kendi geçmişimle ilgili olduğu gerçeği ile yüzleşmeden o karne ile karşıma gelen çocuğuma söylediğim hiç bir söz bir anlam ifade etmeyecek. Ya kendimi kızarken bulacağım istemesem de ya da arkasında duygu olmayan “önemli değil bir daha ki sefere” gibi anlamsız sözler çıkacak ağzımdan.

Şimdi tamamen tersi tarafa gidelim. Çocuğum yanıma geliyor ve karnesi müthiş iyi. Hangi duygu ve düşünceler geliyor aklımıza:  Mutluluk, hissizlik, şaşkınlık…Bu duyguların arkasındaki düşünceler ne? “Acaba sınıfta kaçıncı?”, “Süper benim oğlum hadi sana benden karne hediyesi”, “Bak çalıştın mı nasıl yapıyorsun, demek ki….” gibi düşüncelerimize bakalım yargılamadan.

Tüm bunları fark etmeden ona söyleyeceğim her söz yine benim kendi bakış açım, geçmişim ve bana söylenmesini istediğim ya da istemediğim sözlerden öteye gitmeyecek. Aldığı notlar acaba çocuğumda ne hissettiriyor? Notlar onun performansı ve onun kendini değerlendirme kriteri. Benim ebeveyn olarak işim onun çalışmasını, çabasını ve sonucunda aldığı notlarla neler hissettiğini anladığımı göstermek. Çünkü hepimiz karşımızdaki tarafından anlaşılmak ihtiyacı içindeyiz. Ve ebeveyni tarafından anlaşıldığını hisseden çocuk bu ihtiyacını tatmin ettiği için kendini daha iyi fark eden, kendine güveni yüksek ve risk almaya açık çocuktur. Tarih hocasının istediği şekilde yazarsa en yüksek notu alacağını bilse de kendi yaratıcılığını koymak adına risk almayı tercih eden bir çocuk yarın iş hayatında başkalarından daha farklı yerlere gelmeye aday kişidir aslında.

Eğer anne baba olarak kendi duygularımı fark eder ve onlarla yüzleşirsem işte o zaman çocuğum o karneyle o gün eve geldiğinde aldığı notlar ister düşük ister yüksek olsun, ilk bakacağım yer çocuğumun duygusu olur. O zaman ona “görüyorum ki notların iyi olmasına rağmen bir üzüntü var yüzünde, bunu konuşmak ister misin?” ya da “kızgın halin düşük notlarınla mı ilgili, konuşalım mı?” gibi onu anladığımı ve esas önemli olanın notların onda olan etkisi olduğunu gösteren iletişime girebilirim. Eğer bunu yapmazsam bugün benden yarın öğretmeninden öbür gün patronundan alacağı onaya bağımlı çocuklar yetiştiririm sadece.

Peki ya sonra dediğinizi duyar gibiyim. Duygusunu anladıktan sonra düşük notlarıyla ilgili bir şey demeyecek miyim sorunuzu da biliyorum. Siz hele kapıyı bir açın önce duygusunu anlayarak. Bakın neler gelecek sonra. Her davranışın altında bir ihtiyaç yatar. Performansın düşük ya da yüksekliği de işte bu ihtiyaçlarla ilgili. Kendi geçmişimiz susup, dinlemeye başladığımız onlar oldukça duyacaklarımız bizi şaşırtabilir.

 

Sevgiyle Kalın
Nilüfer Devecigil